Ana Sayfa
Özgeçmiş

Aşağıdaki yazı, sondaki zaman iminde, sanal ortamda yayımlanan (paylaşılan) bir yazıdan sonra yazılmıştır.

‘Güzel Ahlâklı Olmak’ Ya Da ‘Kötekten Korunalım’

Merhaba!

Buna mutlaka yazmalıyım!

Mutlaka yazmalıyım da söze ‘bence’ diye başlamalıyım!

Bence sorun Orhan'ın bahsettiği insanın varlığında değil. Belli ki Orhan'ın da canı çok sıkılmış, bir kişi yüzünden zor durumda kalmış.

Can sıkan ‘o’ insan hep vardı, bundan sonra da ‘var’ olacak.

‘O’ kim?

Bencil, egosu göklerde, zibidinin teki.

Başka?

Verdiği sözü tutmayan, güvenilmezin teki.

Daha başka?

Yalancı!

‘Yalan’ dendiğinde akan sular durur!

Pembesi, karası, kırmızısı... Rengine bakmaksızın ‘yalan’, nerede ise âlimlerce ‘orucu bozar’ hükmüne yakın hüküm giymiş ‘beter’ bir ahlâksızlık.

Kısaca, ‘şeytan’ denen yeteneğin tek marifeti; kullanan da zaten şeytanın vücut bulmuş hâli.

Onlar hep vardı, var olmaya devam edecekler.

Hikmeti sorgulanamaz!

Her ‘kötü’ şey gibi, vardır yaratılmasının bir nedeni.

Yoksa cenneti zaten yaşıyor olurduk.

Bize düşen görev, ‘kötü’ denen ahlâkı bir tarafa ayırmak, bakıp ders almak, temastan kaçınmak.

Özellikle temastan kaçınmak.

‘İyi’ ahlâk ile ‘kötü’ ahlâk birbirine temas ettiğinde, kötünün iyiye bulaşıp bozma ihtimali çok yüksektir. Bileşik kap misali, düzeyi düşürür. Kaçınmak, görüşmemek; yani açıkçası ‘kötü’ denen nesneden korkmak gerekir.

Şu soruyu duyar gibi oluyorum:

“İyi ama bu kadar iş ve güç arasında temas kaçınılmaz oluyor!”

Sorun da burada zaten.

İşimizi gücümüzü ‘iyi’ ahlâk ile temas edecek şekilde düzenlersek sorunu çözeriz.

Bu sistemde mümkün değil görünüyor, değil mi?

İşte asıl derdi yakaladık:

Sistem iki olgunun, ‘iyi’ ile ‘kötü’ varlığın karmakarışık olmasına neden oluyor!

Diğer bir deyişle, sorgulanması gereken, küçük sorunlar ve ahlâksızlıklardan önce bunlara izin veren, hatta olmazsa olmazı olan kötü ahlâkı barındıran düzendir.

Ahlâk için örneğimiz var, şükür ki bahşedilmiş; bize düşen görmek, sadece ‘görmek’ gerekiyor, bakmak yeterli değil.

Balığın aklına şükür, göl kuruyunca gelirmiş!

Evet, örneğimiz var, bakacağız, uygulayacağız; hiç kaytarmadan örneğe bakacağız, uygulayacağız; elimizden geldiği kadar, ama var gücümüzle uygulamaya çalışacağız.

Dert ne idi?

Sistem, düzen, kurulu bir şey !

Bizim kurduğumuz, ama artık gına getiren düzen!

Ben sıkıldım bundan, siz sıkılmadınız mı?

Çözüm ne idi?

Örneği uygulamak!

Anladınız siz onu!

Bu bizim tek çıkar yolumuz; yalnız bizim değil tüm evrenin tek çıkar yolu!

Diğer sistemler...

Hadi saymayalım şimdi, duvara vura vura burnumuz dümdüz oldu!

Şimdi lütfen çevrenize bakın ve şu soruların yanıtlarını arayın:

Kim örneği uyguluyor veya uygulamak için uğraş veriyor?

Kim bu düzene karşı çıkıyor?

Kim güzel ahlâk için çaba sarf ediyor?

Sizin konumunuz ne olursa olsun, siz kim olursanız olun, yalnız yukarıdaki soruların yanıtlarını taşıyan kişileri bulduğunuzda yapacağınız şeyi bilin yeter:

«Yanında olmak!»

Hiç firesiz, katkısız, art niyetsiz ‘güzel ahlâk’ için çalışanların yanında olmak!

Galiba bir sorun daha uç gösterdi:

Herkes güzel ahlâk için çalıştığını söylüyor!

Nasıl ayıracağız?

Bana çok basit geliyor, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde diyen Ziya Paşa çözümü Terkib-i Bent'inde söylemiş:

«Yaptıklarına bakacaksınız!»

Aradan geçen beş yıl sonunda “yaptıklarına bakacaksınız” sözcükleri yerine “yaptıklarının sonuçlarına bakacaksınız” sözcüklerini koymak isterim. 201906081129

Gerçek kalp gözü ile bakmanız yeterli, oraya hile karıştıramazsınız!

Kendinize bile itiraftan kaçındığınız hatalarınızı yüzünüze vuran kimdir? Sizsiniz! Sizin kalbinizin gözü, içinizdeki ‘siz’, sizsiniz!

İnce eleyip sık dokumak göreviniz!

Yoksa kötüye ortak olmak işten bile değil, anında bulaşır!

Hiç kolay değil.

Tüm hayatınızı gözden geçirecek, akıllıca çözümleyecek ve sonuca varacaksınız, hiç kolay değil.

Ama başka çıkar yol yok, sonsuz hayatı kazanmak istiyorsanız başka çareniz yok. Yaradılış nedeninize ters düşmemek için başka hiç çare yok.

Belki şu soru biraz yardımcı olur bu çözümlemeye:

İnancımızı bize aktaran güzel ahlâkı tebliğe başladığında insanların yaşamı nasıldı?

Çok kötü oldukları belli; evrenin yaratılmasının nedeni insanın bildirimlerine muhatap oluyorlar, daha ne olsun!

Yani kötü kelimesi o zamanın insanlarını anlatmak için yeterli olmuyor, insanlıktan çıkmışlar!

Bir inceleyin o günün toplumunu, dönün, bir de bugünün toplumuna bakın; arada fark görebilecek misiniz bakalım?

Yanıt için birkaç soru daha sormak gerekecek:

Örneğin, neye inanırlardı o zamanki insanlar?

Nasıl tapınırlardı?

Birbirleri ile ilişkileri nasıldı?

Bu soruların yanıtlarını bulmak çok zor, zannettiğiniz kadar basit bir iş değil!

Şu kadar söylenebilir:

Bize anlatılanlardan değil, anlatılmayanlardan faydalanarak o günün hayatını öğrenmeliyiz.

Bir örnek:

Kızları, doğduklarında veya henüz bebek iken diri diri toprağa gömerlerdi!

Çözümleyebilir misiniz bu olayı?

Nedir yani, o zamanın insanlarında hiç mi insanlık kalmamıştı?

Evet, kalmamış!

Ancak bu dehşetin nedenine baktığınızda ağzınız açık kalıyor, nerede ise ‘vay canına, ne kadar da haklı imişler’ diyenler bile çıkabilir.

Yavrusunu kuma diri diri gömen insanı haklı çıkarmak!

Herhalde vahşete aynı derecede ortak olmak olur, ama çözümleme de yapmak zorundayız, değil mi?

Konu şu:

Savaşlar var. Kaybeden için her şey bitiyor. Erkekler köle, kadınlar ticari mal oluyor. Kölelik çekilir de ticari mal (yazamıyorum aslını, kusura bakmayın) olmak, olacak iş değil. Bu nedenle savaş kaybedildiğinde ya kadınlar kendilerini öldürüyor veya erkekleri tarafından öldürülüyorlar. Bilgisiz insanlar bunun çözümünü ‘kadın’ denen varlığı doğduğunda öldürerek bulmuş aklınca. Ama fıtratı da izin vermiyor. O da gömüyor onu ‘diri diri’ Gelenek hâlini almış.

Tekrarlayayım:

Gelenek olmuş.

Nasıl, ne kadar haklı bir nedeni var değil mi?

Yazmamak için bin bir neden buluyor insan, ama çözümleme işte böyle bir şey; sonuç doğruya götürecekse katlanacaksın.

Yazarken bile insanın kanı donuyor!

Ama o günün insanı için sıradan bir eylem bu!

Şimdi, daha önce de bir vesile ile yazdığım bir yazıdan aşağıdaki soruları alayım. Çünkü daha belirgin sorular ile daha iyi bir çözümleme yapılır, böylece daha doğru sonuçlar elde edebiliriz. ( Bugünkü yazma biçim ve yöntemime uyarak, kutsal kelimeleri çıkaracağım; çünkü bu sanal ortamın nerelere açıldığını bilmiyorum. ) Ana soru:

Evrenin yaratılmasının nedeni örnek insan bildirimlerine başladığında o ülkede, o şehirde yaşam nasıldı?

Alt sorular:

(1) Ortak koşanların aslında bir inançları var mıydı ve inançlı olduklarını hangi kelimeler ile anlatırlardı?

(2) Ortak koşanlar inançlarının gösterisi olarak ne kullanırlardı? Örneğin hiç yemek yemeden ve su içmeden belli bir süre açlığa ve susuzluğa dayanıklılık gösterisi yaparlar mıydı?

(3) Ortak koşanların günlük tapınmaları var mıydı? Var idi ise günlük tapınmalarını nasıl ve ne zamanlar yaparlardı?

(4) Ortak koşanlar, bu ortak koşmayı nasıl ve ne ile yapıyorlardı? Yani ortak koşmanın aracı ne idi? Zekât verirler miydi?

(5) Yılın hangi ayları ortak koşanlar için ‘haram’ aylardı ve o aylarda hiç kavga etmezler, (yıllarca birbirinin düşmanı olanlar) bir araya toplanır ve bir binanın etrafında belli bir süre dolanır, kendilerini arınmış hissederlerdi?

Son olarak aşağıda sorunun yanıtı çözümlemenin sonucunu bildirecek:

O halde örnek insan bize neyi bildirmekle görevlendirilmişti?

Çözümlememden benim çıkardığım sonuç şudur:

(a) Elçi, örnek insan, yaratılmış evrenin her aşamasında ve boyutunda son rehberdir, ondan sonra başka bir elçi gelmeyecek, kimse rehberlik yapmayacaktır.

(b) Dine hizmet ettiğini söyleyen her insanın kendi hayatını son rehberin hayatı ile karşılaştırıp doğruyu yakalama imkânı vardır. Güzel ahlâk örneği elçinin rehberliğinde yaşanan hayat tek yoldur, elçinin ahlâkı tek ölçüdür. İnsan bu karşılaştırmayı kendi hayatı için yapabileceği gibi gelmiş geçmiş insanlar, özellikle tüm önderler için yapmalıdır. Gelmiş geçmiş önderler içinde bu ölçüye kimler uyarsa onlar gerçek önderlerdir.

Son olarak yine Ziya Paşa'nın nush ile uslanmayanı etmeli tekdir / tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir deyişindeki tekdirleri başka olaylardan ayırmak, fark etmek ve nedenlerini ortadan kaldırarak köteğe maruz kalmamak dileğimi söyleyeyim. Çünkü köteklerin ‘yeryüzünün su ile kaplanması’ veya ‘bir neslin taş kesilmesi’ gibi şeyler olduğunu biliyoruz.

Sizce günümüzdeki kötek ne olabilir?

Yakup Korkmaz

Tuzla, İstanbul

201407030636

yakupkorkmaz.com © denizci